adscode
adscode

Her yıl aynı tartışma Her yıl aynı hata Kişilik ne Kimlik ne

Her yıl aynı tartışma Her yıl aynı hata Kişilik ne Kimlik ne

“Lenin”, “Troçki” gibi biyografi eserleri kaleme alan İngiliz tarihçi-akademisyen Robert John Service, “Stalin” kitabında yazdı:

-“Mimarlık, dilbilgisi, genetik ve uluslararası ilişkiler Stalin’in entelektüel merakları arasındaydı. Tarih kitaplarına özellikle düşkündü. Eski Rusya, Mezopotamya, klasik Roma ve Bizans ile ilgili yayınlar takip eder. Fizikçi, biyolog gibi bilim insanlarıyla sohbet ederdi. Ödül kazanan romanları inceler, klasik müzik konserlerini günü gününe izler, bale- operaya giderdi. Vizyona girecek sinema filmleri izlerdi.”

Bu girişi yazmanın sebebi var:

Bugünün dünyasında “kimlik”, en büyüleyici ve en ilgi çekici kavramlardan biri. Her platformda duyduğumuz, neredeyse her metinde gözümüze çarpan ve artık artık sosyal bilimlerdeki disiplinlerin konularından biri haline gelen ‘kimlik kavramı bizleri, hakkında bilgi sahibi olduğumuz zannına kaptırarak kolaylıkla yanılgıya düşürüyor!Kimlik tek değildir, her şeyden önce farklılıkları vardır. En önemli ayrım, kişilik ile kimliği birbirine karıştırmamak lazım. Bir insanın kişiliği, çoklu kimlikten oluşur. Yani:

Bir katil, çok iyi şair olabilir…

Bir tecavüzcü, çok iyi yazar olabilir…

Ne demek istediğimi örnekler üzerinden anlatayım:

 

Varoluşçu felsefenin isimlerinden Alman filozof Martin Heidegger, en yakınlarını –bir rektörlük için- hayranı olduğu Hitler’e sattı. Heidegger felsefesini reddedecek miyiz?

Karısını boğarak öldüren filozof Louis Althusser’in düşüncelerini yok mu sayacağız?

Filozof Schopenhauer kadın düşmanıydı; “kalıcı sanat eseri bırakan tek kadın yoktur!”

Felsefe dünyasına kişilik penceresinden bakarsanız tek kişi bulamazsınız.

Edebiyat hayatı farklı mı? Yazarların sabıka dosyası da hayli kalındır. Mesela:

Kötü kişiliğine bakarsak tek bir Dostoyevski romanı okumamamız gerekir?

Gençliğinde bir köpeğe tecavüz eden, bir kadının evine gizlice girerek uykusunda kalçasından bir parça kesip yiyen Issei Sagawa’nın yirmi kitabını yakalım mı?

Kız arkadaşı Pauline’yle birlikte annesini naylon çoraba koyup tuğlayla döve döve öldüren Anne Hulme (Perry) eserlerini ne yapalım?

Halk kahramanı William Tell’in oğlunun başına koyduğu elmayı okla vurmasını canlandırmak isteyen, (Beat akımı öncüsü) yazar William S. Burroughs karısı Joan’ın başından vurarak öldürdü. Bu uyuşturucu müptelasını okumayalım mı?


Ne yapacağız; ahlak ölçümüze uymayanları aforoz mu edeceğiz?

Hadi biraz yumuşatalım örnekleri:

Victor Hugo genelevlerin sadık müşterisiydi. (Cenazesine katılmaları için Paris’teki fahişelere izin verildi. Onlar da saygı adına malum yerlerine siyah eşarp bağladı!)

Makyavelli, Graham Greene, Georges Simenon gibi niceleri de genelev müdavimiydi.

Aşk ve gurur romanlarının yazarı Alexandre Dumas karısını yakın arkadaşı yazar Roger de Beauvoir ile yatakta basınca “beni de aranıza alsanıza” diye yalvardı!

Şair Sylvia Plath, eşi şair Ted Hughes’un kendini dostları Assia Wevill ile aldattığını öğrenince intihar etti. Ve daha sonra Assia Wevill de, Ted Hughes’in kendisini aldattığını öğrenince ondan olma kızı Shura ile birlikte hayatına son verdi…

Bunları niye yazdığımı artık tahmin etmişsinizdir:

Oyuncu Farah Zeynep Abdullah’ın sanatçı Yılmaz Güney’in kişiliğine yönelik sözleri davalık oldu.

Yılmaz Güney'in sinemacı-yazar kimliği ile kişiliği karıştırılmamalıdır. Sanatçı ancak yapıtıyla değerlendirilebilir. Eser, iyi ya da kötüdür. Ki bu da görecelidir. Mesela: Tarık Akan’a göre, Yılmaz Güney harika senarist-yönetmen ama oyunculuğu iyi değildi! Tartışmayı başlatan Murathan Mungan’a göre ise, oyunculuğu iyiydi; sinemamızın en iyi yürüyen erkeğiydi…

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder